Motive Olmak Ya Da Olmamak

*** Bu makale Uwords Dergi 5.sayısında yayınlanmıştır. ***

“Motive olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.” desem abartmış olur muyum?

Olmak ya da olmamak gibi felsefik bir yaklaşımı şimdilerde modern dünyada motivasyon kelimesi için kullanmak gayet uygun geldi bana. Çalışmaya, üretmeye, hedefe doğru hareket etmeye, ilk adımı atmaya hatta yaşamaya çok ama çok zorlandığımız bu günlerde asıl meselenin motivasyon olduğunu iddia etmek çok da zor değil.

Herhangi bir şeyi yapma nedenimiz ya da yapmama nedenimizi motivasyon kelimesi ile açıklayabiliriz. Bir öğrenci düşünelim, sınava çalışması gerektiğini bilir ama bunu her zaman isteyerek mi yapar? Ya da bir çalışan düşünelim, bu kişiye para karşılığı iş yaptırabilirsiniz ama o işi istetemezsiniz. İşte bu isteme hali aslında motivasyon.

Motivasyon kelimesini içsel ve dışsal olacak şekilde ikiye ayırabiliriz. Dışarıdan gelen ödül ya da ceza sayesinde, motivasyon artırılabilir. Sınava çalışırsa, öğrenci yüksek notla ödüllendirilir, çevresi tarafından takdir edilir. Aksi durumda, düşük puan alabilir ya da eleştiri ile cezalandırılacak olabilir. Bu ödül ve ceza sistemi işe yarar görünüyor ancak onun da sürekli olması ve hatta dozunun da artırılması gerekiyor. Dolayısıyla, dışsal motivasyon öğeleri ortadan kalktığında motivasyon da hızlıca yok olacaktır.

İç motivasyonda ise sözü geçen eylemi yapmak keyif verdiği için kişi, onu yapmayı ister. Merak eder, heyecan duyar, keyif alır. Dışsal motivasyon tanımında geçen ödül, içsel motivasyonda kendiliğinden oradadır.

Hem içsel hem de dışsal motivasyona ihtiyaç duyarız. Kurulu sistemlerin içerisinde var olan dışsal motivasyon araçlarını, değiştirmek gibi bir şansımız olmayabilir. Bu bizim etki alanımızın dışında kalabilir ancak içsel motivasyonumuzdan her birimiz kendimiz sorumluyuz çünkü bu bizim etki alanımızda olan ve ancak kendimizin düzenleyeceği bir yer, bize ait bir alan.

Hem bireysel hem de toplumsal olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Konuştuğum hemen herkesten, danışanlarımdan, çalışma arkadaşlarımdan, benzer ifadeleri duyuyorum: canım hiçbir şey yapmak istemiyor, uykularım bozuldu, kendimi hep yorgun hissediyorum, yataktan çıkmak istemiyorum…

Bu noktada duygularımızı fark etmeye ihtiyacımız var. Onları görmezden gelerek, onlardan kaçarak, çözümden de uzaklaşıyoruz aslında. Binlerce kişiyi kaybettik, kimi yakın kimi uzak binlerce kişinin depremden zarar gördüğünü biliyoruz. İnsanız ve kendimiz zarar görmüşçesine içimiz acıyor, üzgünüz. Belki yardım etmek istiyoruz ama istediğimiz kadar olamıyor, kendimizi çaresiz hissediyoruz. Belki bizim de korkularımız tetiklendi, kendi güvenliğimizden endişe ediyoruz. Sevdiklerimizi, belki kendimizden daha çok onları düşünüyoruz. Depremin ilk günlerinde sıcak yatağımızda uyanmaktan utandık, yemek yerken, su içerken utandık. Önce duyguyu fark etmeye, isimlendirmeye ihtiyacımız var. Korku mu, öfke mi, üzüntü mü, utanç mı… Ardından, bu duygunun bize neler yaptırdığını, ya da neleri yaptırmadığını görmeliyiz.

Duyguları somutlaştırmak hemen her zaman iyi bir fikir aslında. Duyguları ifade edebilmek, kendini ifade etmek anlamına geliyor. Tam burada işin içine sanat giriyor, estetik giriyor. Bazen resim yapmak, bazen şiir yazmak, bazen çiçek yetiştirmek, biz insanlara iyi geliyor. Şimdi tam da mimoza çiçeği zamanı mesela. Mimoza çiçeğini bilir misiniz?

1946 yılında, savaşın sonunda, diğer ülkeler gibi İtalya da harap bir haldeydi. İtalyan halkı yaşamaya dair yeni bir umut ışığı arıyordu. Bu sırada İtalya Kadın Birliği üyelerinden 3 kadın, toplumun yeniden inşa edilmesi için “Kadın Dayanışması” adlı bir çalışma başlattılar.

Bu düşüncelerini en iyi sembolize edecek şeyin de bir çiçek olduğuna karar verdiler. Hangi çiçek olması gerektiği konusundaki önerileri topladılar. Karanfil, anemon, mimoza çiçeği gibi öneriler vardı. Mimozanın diğer çiçeklerden ayrılan birçok özelliği vardı;

  • Göz alıcı sarı rengi ile mutluluk vermesi
  • Mart ayında çiçeklenmesi ile Dünya Kadınlar Günü’nü de temsil etmesi
  • İri bir ağaç haline gelene dek bakımında fazla uğraş gerektirmemesi
  • Soğuk havaya karşı dirençli yapısı, diğer çiçeklerin önüne geçirdi mimozayı.

Doğada olmak, doğadan ilham almak ve duyguları birlikte yaşamak… Duyguların somut karşılığı doğada.

Ünlü meditasyon ustası, 86 yaşındaki Pema Chödrön şöyle der: “Sen gökyüzüsün, geri kalan her şey hava durumu”. Hava durumu değişir, bulutlar gelip geçer, güneş açar ve kaybolur gider. Duygular da gelip geçer. Oradayken orada olduklarını fark etmeye ihtiyacımız var sonra da duyguların gelip geçmesine izin vermeye ihtiyacımız var.

Hepimiz insanız, ortak duygu, düşünce, hayal ve umutlarımız var. Ancak bir o kadar da benzersiziz. Aslında her birimiz biriciğiz. Hepimizin yaşam amacı farklı, tek yapmamız gereken bunu bir miktar su yüzüne çıkarmak. Konu dönüp dolaşıp “kendini tanımak” noktasına geliyor. Ancak kendimi tanırsam, nelerden keyif aldığımı bilirsem, hayallerimi hedeflere dönüştürebilirsem ancak bu şekilde doğru kariyer planını yapabilirim. Ancak böyle kendime uygun kariyeri, kendime uygun hayatı yaşayabilirim.

İç motivasyonu yüksek tutabilmek için, tabiri caizse düştüğüm yerden kalkabilmek için, kendi koyduğum hedefleri hatırlamalıyım. Bu hedefler başkaları tarafından oraya konmuş olmamalılar. Ailem, öğretmenlerim ya da işverenimin hedeflerini takip etmem zor olabilir, özellikle de şimdiki gibi zorlu zamanlarda. Bir an duruverip, “Ben ne yapıyorum?” diye sormak an meselesi. Bu kıymetli soru aynı zamanda çok da dönüştürücü. Yaşam amacıma hizmet eden, bana ait hedefleri hatırlamak, beni ayağa kaldıracak. Kendim için ya da diğerleri için yapılacaklar daha net görülebilecek ve aksiyona geçmek artık daha kolay olacak.

Yolun bir yerinde kaybolduğumuzu düşündüğümüzde, başlangıç sebebimizi kendimize hatırlatmalıyız.

Bu zor zamanların içinden geçerken yardım istemeyi hatırlayalım. Bu kişi bazen yakın bir arkadaş, bazen bir koç, bazen de bir terapist olabilir. Sonuçta var olmak için, kendimizi tanımak için de diğer insanlara ihtiyaç duyarız.

Büyük Panda ve Küçük Ejderha isimli kitapta Büyük Panda soruyor: “Hangisi daha önemli, yolculuk mu yoksa varacağın yer mi?” Küçük Ejderha yanıtlıyor: “Sana kimin eşlik ettiği.”

Yolun sonu belli, süreçten keyif alalım fakat bunu ancak yola eşlik edenler sayesinde gerçekleştirebiliriz, unutmayalım.

Diğer insanlardan destek istemek kadar önemli olan diğer şey kendime destek vermek. Benzer durumda olan bir arkadaşıma nasıl ilgi gösteriyorsam, onu dinliyorsam, kendimle de böyle ilgilenmeliyim. İhtiyaçlarımı fark etmeye odaklanmalıyım. İçsel kaynaklarımı hatırlamalı, güçlü yönlerimi parlatmalıyım. Engelleri cesurca görmeliyim, risklere karşı ön hazırlık yapmalıyım. Kendimi hırpalamak yerine kendime kol kanat germeliyim, tıpkı bir dostuma yapacağım gibi. Unutmayalım ki en uzun ilişkimiz kendimizle…