*** Bu makale Uwords Dergi 1.sayısında yayınlanmıştır. ***
Tam iki koca yıl geçti, pandemi kelimesi hayatımıza gireli ve yaşamımızın tam ortasına çörekleneli. İşimiz, sosyal hayatımız bazen askıya alındı bazen darbe aldı bazen biraz normale dönüyormuş gibi oldu ve bazen yine komple kapandı. Bu süreçte duygularımız da öyle! Kimi zaman içe döndük, kimi zaman öfke duyduk, kimi zaman umut dolduk kimi zaman kendimize çok acıdık. “Bu da bize denk geldi!” dedik, işi biraz da dalgaya vurup uzaylıları beklemeye başladık. Gelsinler de bitsin artık bu iş.
Kayıplar verdik, gidenlerin yerini hiçbir şeyle dolduramadık. Zaman oldu elimiz kolumuz kalkmadı, zaman geldi yataktan çıkamadık. Sonra ben nasıl katkı veririm dedik, kafa yorduk, elimizden geldiğince bazen dilimiz döndüğünce destek olduk, yaraları beraber sardık, dayanıştık ve yeniden hatırladığımız bu halimizi pek özlediğimizi fark ettik. Daha zor durumda olanları gördük, şükrettik. Kutlama anları oldu sevindik, sonra hemen bu duygudan utandık. Herkes kendince kendi içinde başka şeyler yaşadı ve hayat devam etti. Şimdi yine birazcık güneş gören bahar dalları her şeye inat açmaya başladılar bile. Yalancı bahar evet ama yalancı olmayan bahara da ne kaldı sanki…
İnsanın dayanma gücünü, direncini, insanlığını hatırlatan insanlar vardır. Genellikle bilim ya da sanat tarihinin sayfaları arasında ya da bazen çevremizde. Hayranlıkla ve şaşırarak dinleriz, nelerin mümkün olabileceğini görüp ilham alırız. Sonsuz olasılığı hatırlatır bize, insan olmanın acısını, anlamını, gücünü hatırlatır.
Benim için bu insanların başında geliyor Victor E. Frankl. Onu tanıdığım günden beri herkese anlatma isteğimi zor tutarım, hatta genelde de tutmam. Verdiğim eğitimlerde, atölyelerde, bazen seminerlerde bazen de arkadaş ortamında fırsatı hiç kaçırmam başlarım anlatmaya.
Victor E. Frankl. 1905 yılında Viyana’da doğdu. Psikoanalizin babası Freud’a mektup yazarak sorularına yanıt arayan bu genç, tüm lise yılları boyunca büyük bir heyecanla, meşhur psikiyatr ile mektuplaştı. Bütün bu ilhamın üzerine bu alanda eğitim almaya başladı. On altı yaşında ilk konferansını gerçekleştirdi: “Yaşamın Anlamı Üzerine”.
Freud’un isteğiyle ilk makalesi on dokuz yaşında, Uluslararası Psikanaliz Dergisi’nde yayınlandı. Adler’in isteği üzerine bu defa da makalesi Uluslararası Bireysel Psikoloji Dergisi’nde yayınlandı. Almanya konferansında ilk kez Logoterapi kelimesini kullanan Frankl, kuracağı psikoterapi sistemi ile anlamı, varoluşumuzun temeli olarak görmemizin yolunu açmıştır.
2.Dünya savaşı başladığında Viyanadaki tek Yahudi hastanesinde nöroloji bölüm başkanıydı ve kendi hayatını tehlikeye atarak birçok insanın hayatını kurtardı. Nazilerin akıl hastalarına ötenazi yapma çabalarını baltalamak amacıyla bilerek hastalarına yanlış teşhisler koydu.
Ne var ki tüm bu çabalar 1942 yılında Frankl ve ailesinin tutuklanması ve toplama kampına gönderilmesi sebebiyle son buldu. Üç yıl süren bu büyük işkence sırasında Frankl eşini, annesini, babasını ve erkek kardeşini toplama kamplarında kaybetti. Naziler, kitabının müsveddesine el koydular ama Frankl ofisten çaldığı kağıt parçaları ile kitabı yeniden toparladı. Otobiyografisinde, bu dönemi şöyle anlatıyor: “Diğer bir sürü şeyin yanında, hayatta kalmamı da o müsveddeleri yeniden yazabilme azmime borçlu olduğuma inanıyorum.”
Şimdi o dönemi Dr.Alex Pattakos & Elaine Dundon’ın cümleleriyle öğrenelim:
“Victor Frankl’ın çağdaşı ve ilk akıl hocalarından olan Avusturya, Viyanalı Sigmund Freud da insanoğlunun ilk motivasyon kaynağı olarak haz arayışına odaklanmıştı.”
“Freud’u ve teorilerini destekleyen çoğu insanın aksine, Victor Frankl farklı bir yol seçti. İnsan motivasyonu ve psikoterapi uygulamaları ile ilgili kendi düşünce ekolünü oluşturdu. Frankl, insan doğasını, haz isteğiyle ilişkili olan dürtüler gibi dürtülerin ve içgüdülerin tatminine odaklı olmaya “indirgeyen” görüşten ziyade, insanın anlam isteğini fark etme potansiyelinin yani anlamlı değerlere ve hedeflere kendini içtenlikle adama potansiyelinin, insanoğlunun en temel ve en içsel motivasyon kaynağı olduğuna inanıyordu.”
Düşüncelerimizin Tutsağıyız / Dr.Alex Pattakos & Elaine Dundon s.65
“Viyanalı bir başka psikiyatr ve Frankl’ın ilk zamanlarındaki akıl hocası olan Alfred Adler, insan motivasyonunun asıl tetikleyicisinin güç isteği olduğu konusuna odaklı bir psikoterapi yaklaşımı ve düşünce ekolü oluşturmuştu. Bireysel psikolojinin kurucusu olarak bilinen Adler, hepimizin doğuştan aşağılık duygusuna sahip olduğumuza ve bu yüzden hayatlarımızı bu duyguları bastırmak için, üstün olma çabasıyla geçirdiğimize inanıyordu. Özünde, güç isteği, insanın, başkaları üzerinde etkili olma, onları ve çevresini kontrol edebilme ihtiyacıyla güdülendiğini savunuyordu. Fakat Frankl’a göre Adler’in sürekli güç arayışında olması, Freud’un haz prensibi gibi, sanki bir şeylerin eksik olduğunu gösteriyordu ve anlam eksikliğinin – yerini doldurmak değil ama – üstünü örtme çabasıydı.”
“Frankl’e göre, biteviye ve zalim bir para arayışı da güç isteğinin ilkel bir şeklidir. Bizim kültürümüzde, çoğu insan maddi zenginliğin ve materyalizmin başarı göstergesi olduğuna inandırılmıştır.”
“Mesele şudur; Ne kadarı yeterli? İster kasıtlı ister kasıtsız, ister açık ister gizli, daha fazlasını elde etmek için çıkılan sürek avının bedeli çok daha sarsıcıdır. Çoğumuz, daha fazlasını biriktirme çabasıyla meşgulken, mutluluğu erteleriz. Dikkatimizi hep daha çoğunu yığmaya odaklamışken ilişkilerimizi arka plana atarız. Daha çoğun peşinde koşarken sağlığımızı boşlarız. Zenginlik elde etmeye o kadar çok zaman ve enerjimizi harcarız ki, elde ettiklerimizi kaybedebileceğimiz korkusuyla, onları koruyabilmek için daha fazla zaman ve enerji harcarız. Ne yazık ki, sonunda zenginliğimizle birlikte, “kimliğimizi” de kaybedebiliriz.”
Düşüncelerimizin Tutsağıyız / Dr.Alex Pattakos & Elaine Dundon s.66, 67, 68.
Tam burada bir kitap hatırlatması yapmak isterim, önceden bir yerlerde karşılaşmış olma ihtimaliniz yüksek.
Avustralyalı bir hemşire ve hastabakıcı olan Bronnie Ware, işi gereği ölüm döşeğindeki pek çok hastayla iletişimdeydi, onlara ölüm döşeğinde refakat etmişti. Bu deneyimlerini kitaplaştırdı. Amacı hastaların pişmanlıklarını derlemek ve sonuçları yazılı hale getirmekti. “The Top Five Regrets of Dying” adlı kitaba göre beş temel pişmanlıktan bir tanesi kariyer konusunu yakından ilgilendiriyor.
“Ölümüne refakat ettiğim bütün erkek hastalarımın pişman olduğu ortak şey vardı. Hepsi evlatlarının çocukluk dönemini kaçırdıkları ve karısına daha fazla zaman ayıramadığı için pişmanlık duyuyordu. Gerçi kadınlar da aynı pişmanlığı dile getiriyordu ama çoğu ileri yaşlarda olduğu için, bu kadınların çok azı hayatı boyunca tam mesaili bir işte çalışmıştı. Ama erkekler istisnasız, iş dünyasının tekdüzeliği içinde o kadar çok zaman geçirdiği için pişmandı.” https://listelist.com/bronnie-ware-olum/
Günümüz modern dünyasında, beyaz yakalı olarak çalışan kadınların ölüm döşeğinde pişman olacakları şeylerden biri bu olacak eminim desem, çok mu iddialı olmuş olurum, ne dersiniz?
“Çok iyi bir gelirim var ama o kadar çok çalışıyorum ki para harcayacak zamanım olmuyor!” demişti kariyer koçluğu almak için beraber olduğumuz bir beyaz yakalı kadın danışanım.
İş yaşamı konusunda Frankl’ın da bir mesajı var elbette:
“Frankl’ın öğretileri ve kendi çalışmalarımızın bu kitaptaki önemli bir mesajı da insanın yaşamının, iş yaşamı da geniş oranda buna dahil, temelinde ya da özünde anlam olması gerektiği yönündedir. Yaşamımızdaki ve iş yaşamımızdaki anlamı anlayamadığımızda, kimseyle bağı olmayan, gideceği yön belli olmayan, ya da bizi yaşam yolculuğumuzda herhangi bir yere taşımak gibi bir amacı da olmayan, denizde kendi kendine savrulan bir tekne gibiyizdir.” Düşüncelerimizin Tutsağıyız / Dr.Alex Pattakos & Elaine Dundon s.32
Şüphesiz insanı anlamak için sonsuz sayıda çalışma yapmaya ihtiyaç var. Böyle mi yaşanmalı? Bizi buna mecbur hissettiren gerekçeler neler?
Yakın zamanlarda kaybettiğimiz çok değerli psikolog ve akademisyen Doğan Cüceloğlu, Başarıya Götüren Aile isimli kitabında anlam konusuna vurgu yapar:
“Yaşam başarısını elde eden insanın yaşamı anlamlıdır, kişi coşkuludur ve güçlüdür. Yaşam başarısı, bütün başarılara anlam verir.” Doğan Cüceloğlu / Başarıya Götüren Aile s.26
Şimdi kendimizi tanıma ve anlama odağında, mutlu kariyerin inşası için en gerekli sorulardan birkaçını buraya bırakmak isterim:
Sen kimsin?
Nasıl biri olmak istiyorsun?
Yaşama ne katmak istiyorsun?
Bu katkıyı kariyerinin merkezine koyabilir misin?
Sen gittiğinde ne gitmiş olacak?
Sen gittiğinde senden geriye ne kalmış olacak?
Yaşam amacını bulmak, hayatın anlamı gibi konular sanatçı duyarlığındaki her insanın asıl konularından birisidir şüphesiz. Pablo Picasso tam da bu konuda şöyle tanımlar yapıyor:
“Hayatın anlamı, size bahşedilen hediyeyi bulmaktır. Hayatın amacıysa o hediyeyi başkasına vermektir.” Düşüncelerimizin Tutsağıyız / Dr.Alex Pattakos & Elaine Dundon s.155
Dr.Alex Pattakos & Elaine Dundon, psikiyatr ve varoluşçu felsefeci Victor Frankl’ın Logoterapi sistemini yıllarca incelemiş ve 7 Temel ilke belirlemişler. “Düşüncelerimizin Tutsağıyız” isimli kitapta bu temel ilkeleri detaylıca anlatmaktalar ve iddia ediyorlar ki, hayatımıza anlam katmanın, yaşamdan tatminin ve potansiyelimizi kullanabilmemizin yolu, bu ilkeler doğrultusunda yaşamamız halinde kolaylıkla mümkün olabilir. Kısaca ilkelerin üzerinden geçelim mi?
İlke 1: Tavrınızı belirleme özgürlüğü
Başımıza gelen her şeye karşı tavrımızı kendimizin seçme özgürlüğü vardır. Bu kavramı en iyi, Frankl’ın “insanın anlam arayışı” kitabındaki şu meşhur cümlesi tanımlar: “İnsanın elinden her şeyi alabilirsiniz. Ama özgürlüklerin en sonuncusu olan; her koşulda tavrını kendisinin belirleyebilme, yolunu seçebilme özgürlüğünü alamazsınız.”
İlke 2: Anlam isteğinizi fark edin
“Kendisini sevgiyle bekleyen birine karşı ya da bitmemiş bir işe karşı taşıdığı sorumluluğun farkında olan insan, hayatını asla boşa harcayamaz. Varlığının arkasındaki “sebebi” bilir ve karşısına çıkan bütün “nasıl”lara katlanabilir.” V.Frankl
Hayatımızda ne kadar az veya ne kadar çok güç ve haz olsa da bizi asıl ayakta tutan anlamdır. Bizim tarafımızdan keşfedilmeyi bekler.
İlke 3: Yaşamınızdaki ‘an’ların anlamını keşfedin
“Hayatın gerçek anlamı, insanın içinde ya da ruhunda değil de sanki kapalı bir sistem gibi, dünyanın içinde aranmalıdır.” V. Frankl
Herhangi bir an’ın anlamını keşfederek ve varoluşunuzdaki eşsiz kumaşı dokuma sorumluluğunu alarak, kendi hayatınızın hesabını ancak kendiniz verebilirsiniz.
İlke 4: Kendinize rağmen iş yapmayın
“Ne gariptir ki korkunun, kişinin korktuğu şeyi ortaya çıkarması gibi, zoraki niyet kişinin zorla istediği şeyi imkânsız kılar.” V.Frankl
Başarıyı ıskalamamızın bir sebebi, işyerinde insanlarla kurduğumuz ilişkilerin önemini ıskalamaktır. Yaptığımız iş, sadece bir iş olmaktan öte bir şeydir. Aynı zamanda ilişkileri de temsil eder.
İlke 5: Kendinize uzaktan bir bakın
“Mizahın, kişinin herhangi bir mevzuya uzaktan bakabilmek için olağanüstü bir yol olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda mizahın, kişinin kendisine daha tarafsız bir şekilde bakmasına olanak vererek kendi kötü durumunu aşmasına da fayda sağladığı söylenebilir.” V.Frankl
Gençken keşke öğrenmiş olsaydım diyeceğim bir şey varsa, o da kendime daha kolay ve daha sıkça gülebilmek olurdu.
İlke 6: Dikkat odağınızı değiştirin
“Düşünce odağını değiştirme, farkındalık pozitife yöneltildiğinde erişilebilecek bir şeydir.” V.Frankl
İsteriz ki hayatımızda hiç çatışma olmasın, her şey pürüzsüzce aksın gitsin. Fakat çatışmalar hayatın bir parçasıdır. Gerçek hayatta veya hayalimizde, çatışmalara nasıl tepki verdiğimiz bizi kendi zihinsel hapishanemize hapseder. Vaktimizi ve enerjimizi kızgınlık ve dirençle harcarız, kendimizi kapana kısılmış hissederiz, düşüncelerimizin tutsağı oluruz.
İlke 7: Kendinizi aşın
Doğrudan başarıyı hedeflemeyin. Onu ne kadar ister ve amaç haline getirirseniz, elinizden kaçırma ihtimaliniz o kadar yüksek olur. Mutluluk gibi, başarının da peşinden koşulmaz; bir şeylerin sonucu olarak ortaya çıkar; kendinizden daha önemli gördüğünüz bir sebebe kendinizi adadığınızda ya da kendinizden başkasına teslim olduğunuzda, bunların sonucu olarak ortaya çıkar. Mutluluk, meydana gelmelidir, aynı şey başarı için de geçerlidir: Ona kafayı takmayarak, kendiliğinden oluşmasına izin vermelisiniz.
Ne dersiniz, bu 7 ilkenin kaçına sahibiz, kaçının peşindeyiz? Hangilerinde gelişim alanımızı tanımlayabiliriz? En önemlisi daha anlamlı bir yaşama sahip olma isteğimizi fark edebiliyor muyuz? Bugünden başlar mıyız? Henüz vakit varken ve fark etmişken…