*** Bu makale Uwords Dergi 4.sayısında yayınlanmıştır. ***
Şimdilerde popüler ifadelerden biri “sessiz istifa”. Doğrusu her dönemde vardı sessiz istifa etmiş insanlar, onlar aramızdalardı. Belki bu dönemde bu kadar çok konuşulur olmasının sebebi özellikle pandemi sonrası sayılarının artmış olması olabilir. Sayıları her geçen artan bu çalışanlardan birisi de siz olabilir misiniz?
Pandemide yaşananlar hem iş yaşamımızı hem de sosyal yaşamımızı derinden sarstı. Sorgulamalar her zamankinden fazla yapılır oldu. “Geldik gidiyoruz” “Daha ne kadar yaşayacağız belli mi?” “Bununla vakit harcamaya değer mi?”
Avustralyalı hemşire ve hastabakıcı olan Bronnie Ware’in kitabını duymuşsunuzdur. İşi, ölüm döşeğindeki hastalara refakat etmekti. Bu sayede insanların son zamanlarına tanıklık etti. Bu müthiş deneyimi bir kitap haline getirdi ve yolun sonunda yaşanan en büyük pişmanlıkları da gözler önüne serdi: “The Top Five Regrets of Dying” adlı kitaba göre beş temel pişmanlıktan bir tanesi tam da bizim konumuzla ilgili:
“Ölümüne refakat ettiğim bütün erkek hastalarımın pişman olduğu ortak şey vardı. Hepsi evlatlarının çocukluk dönemini kaçırdıkları ve karısına daha fazla zaman ayıramadığı için pişmanlık duyuyordu. Gerçi kadınlar da aynı pişmanlığı dile getiriyordu ama çoğu ileri yaşlarda olduğu için, bu kadınların çok azı hayatı boyunca tam mesaili bir işte çalışmıştı. Ama erkekler istisnasız, iş dünyasının tekdüzeliği içinde o kadar çok zaman geçirdiği için pişmandı.”
Bir önceki nesil ile kıyaslandığında bu dönem kadınların çalışma oranları çok daha yüksek ve hepimizin bildiği üzere çılgın mesai saatlerindeyiz. Benzer bir kitap 30 sene sonra yazılsa “erkek hastalar” vurgusuna gerek kalmaz, eminim.
Yaşamı sorguluyoruz, en çok değerleri sorguluyoruz. Yaşamda değer verdiğimiz konular, insanlar…
Peki bize verilen değer…
Sessiz istifa en çok değer verildiğini hissetmeyen çalışanın seçeneği gibi duruyor. Sözlü, yazılı, maddi ya da manevi değerli hissettirecek ne çok araç var oysaki.
Kişi, emeğinin karşılığını alamadığını fark ettiğinde istifa etmeyi düşünüyor elbette ancak tüm dünyanın ekonomisinin pek de parlak olmadığı dönemlerdeyiz. Öğle yemeklerini bilgisayar başında geçiştirmek, evden çalıştığı için gecenin yarısında rahatlıkla aranabilmek gibi özverilerin bir karşılığı yok.
Pandemi sonrası taşlar yerine oturuyor gibi ama bir yandan da kaybedilen zamanların telafisi yapılıyor sanki. Her birimiz yaşamdan alacaklı gibi hissediyoruz kendimizi bununla birlikte işverenlerin başka bir telaşı daha var. Verimli çalışılamamış zamanlara inat her zamankinden fazla çalışalım, kazanalım. Yavaşlayan ya da gerileyen büyüme trendlerini gördükçe daha fazla, daha hızlı, daha verimli, daha karlı çalışalım. Peki ama “çalışalım” kısmındaki “çalışanlar”?
Tek bir kişinin iki kişilik iş yapması, hatta “tek kişilik dev bir kadro” olması, izin kullanmadan günler haftalarca çalışması, fazla mesai yapması ama karşılığının hiç konuşulmaması, tüm bunlar ne kadar sürdürülebilir ki? İşin kötüsü çalışan, A firmasından çıktığında B firmasında da tıpkı aynı şartları bulacağının çok farkında. İşte tam da bu durumda çalışan kendi çözümünü üretiyor. Sessiz istifa!
“Sessiz istifa, işe olan duygusal yatırımı ortadan kaldırıyor. Bu da zamanımızın çoğunu işte harcadığımızı düşündüğümüzde üzücü bir durum. Ayrıca çoğumuz yaptığımız işten ve başarılarımızdan gurur duymak istiyoruz. Sessiz bırakma eğilimi buna izin vermeyecektir.”
Kelsey Wat/ Kariyer Koçu
Aslında yeni bir kavram gibi duruyor hatta Z kuşağının, genç çalışanların yaşamımıza kattığı bir durummuş gibi ama bizim kültürümüzde hep var olan, hatta atasözlerin deyimlerin olduğu bir mevzu bu. “Salla başını al maaşını” “Ne kadar ekmek o kadar köfte” Konuyu anladınız siz.
Haziran 2022’de 15 bin 91 ABD’li çalışanla anket yapan Gallup, sessiz istifacıların artık ABD iş gücünün yarısını oluşturduğunu söylüyor.
Yine pandemiyle birlikte hayatımıza giren “evden çalışma” yerini yavaş yavaş ofise dönüşlere bırakıyor. Özellikle yazın sonunda daha fazla sayıda şirket ofise dönüşü planlıyor. Özellikle kadın çalışanlar için bir zorluk da burada başlıyor. Ev idaresi, çocuklar, yaşlı ebeveynler vb. konuların tamamında kurulan düzen yıkılmalı ve yeniden bir düzen kurulmalı. Üstelik işin içeriği bunu gerektirmiyorken, yalnızca yöneticilerin uzaktan kurmakta zorlandıkları otoriteyi kurabilme ve yaşatabilmeleri için.
Fordizm’den 100 yıl uzakta, insanın üretim materyali olarak görülmekten ziyade farkı yaratan şey olarak görüldüğü hem çok şanslı hem çok şanssız bir dönemdeyiz. Herkes biricik, herkes bir yetenek, herkes büyük bir potansiyel. Değişim asıl olduğu bu çağda hem çalışanların hem de kendimizin ihtiyaçlarını görmeliyiz. Öncelikle sessiz sedasız istifa etmişleri fark ederek başlayalım. İş yaşam dengesinin oluşabilmesi için çalışma saatlerinin ve şeklinin düzenlemesi, iş tanımlarının yenilenmesi, takdir ve geribildirim yaklaşımlarının anlaşılması ve kıymetinin bilinmesi, gelişimin sürdürülebilir bir hale getirilmesi, koçluk ve mentorluk sistemlerinin kurulması vb. konularda çok ama çok çalışılması lazım. Boş durmayalım arkadaşlar, çalışalım, çalışalım…