Biyografileri okumayı çok severim. Biyografisi yazılan kişi, genellikle toplumda sevilen kişidir. Başarılıdır, bir döneme bir yönüyle iz bırakmıştır. Tüm yaşamı kendi izin verdiği ölçüde gözler önüne serilmiştir. Nereden başlamış nereye gelmiş hissi yaratır okuyan kişide. Elbette hiç kolay olmamıştır. Hayal kırıklıkları vardır bolca, göz yaşı vardır. Vaz geçmek vardır, vaz geçememek vardır. Genellikle bir mesleğin bütün bir ömre damgasını vurması vardır. Bol tutku vardır, birine, bir sanat dalına, bilime, insanlığa. Hayranlık duyarız. Biraz kendinden buldukların vardır okunan biyografide. Düğünler vardır ve cenazeler. Benzer duygular, benzer yaşanmışlıklar yakınlaştırır bizi. İnsan olduğunu hatırlarız, insan olduğumuzu hatırlarız. Tam da burada en sevdiğim biyografi kitabı olan Kaldırım Serçesi – Edith Piaf isimli eseri tavsiye etmeden geçemeyeceğim, mutlaka okunması gerekenlerden.
İşe alım görüşmelerini de çok severim ben. Benzer şekilde kişi kendini anlatır. Nereden geldiğini, nereye gitmek istediğini anlatır temelde. Başarılarını, hayatındaki dönüm noktalarını, hayallerini paylaşır. Bir iş ilanı ile karşımdadır ve bundan sonrası bilinmez. Benim de iş hayatım, gazetede çıkan küçük bir iş ilanına verdiğim yanıtla başladı örneğin. O iş yerinde 6 yıl çalıştım. Orada eşimle tanıştım. O ilanı görmeseydim başka bir işim, başka bir eşim, başka bir hayatım olabilir miydi bilmiyorum. B planını bilmek mümkün değil. Ancak A’yı yaşıyor, onu anlamlandırıyor ve onu anlatıyoruz.
Koçluk görüşmelerini de çok severim. Orada da dop dolu bir yaşam vardır. Gündemi çok farklı olabilir danışanın; işiyle ilgili hayalleri vardır, eşiyle ilgili çözemedikleri vardır, etkin liderlik ihtiyacı vardır, sosyal medya sorunu vardır. Gündem önemli değil aslında. Kendini anlatır, “Ben böyleyim” ’i duyurmak ister. “Ben bunu istiyorum” bilinsin ister. “Duydum” demediğin sürece de anlatır.
Aslında tek ve ortak çaba kendini anlatmak isteği. Bu kısacık yazıda bile kendimi ne kadar çok anlattığıma lütfen dikkat ediniz!
Aslında düşünüyorum da sosyal medya hesaplarımız da bunun için değil mi? Kendimizi anlatıyoruz. Ne kadar başarılı olduğumuzu ne kadar mutlu olduğumuzu, ne kadar sevildiğimizi, ne kadar çalıştığımızı, ne kadar popüler olduğumuzu… Oranın bambaşka bir durumu var ki ayrı bir yazı, ayrı bir kitap konusu. Günün sonunda amaç yine kendini anlatmak, duyulmak, görülmek, izlenmek, var olduğunun kanıtlanması.
İş yaşamının henüz en başında, çok sevgili bir arkadaşım, iş yerinde ne kadar mutsuz olduğundan söz ediyordu. Bunu duyan dedesi “İş yerinde neden mutlu olmaya uğraşıyorsun ki, orası çalışmak için, mutlu olmak için değil!” demişti. X ve Y Kuşağının tam ortasında doğmuş ve her ikisinin özelliklerinden biraz barındıran ben ve arkadaşımın şaşkınlığını tahmin edersiniz. 20 yıllık iş yaşamımda öğrendim ki aslında çalışmanın büyük kısmında amaç kendini ifade etmek, beğenilmek, takdir edilmek, başarılı olduğunu hissetmek. Bu yolun her adımında ise kendini tanımak var ki o zaten bir ömür boyu. Yukarıda sözü edilen duyulmak ve görülmek isteği yaşamın her alanında var ancak en çok iş hayatında isteniyor ve bekleniyor. En çok o kısımda tatmin edilebiliyor. İş yerinde mutluluk dediğimiz şey aslında tüm bunların birleşimi değil mi?
Okunan her biyografi ilham kaynağınız olsun. Ve dilerim bir gün biyografisi yazılacak kadar, dolu ve mutlu bir iş yaşamınız olsun.