Bence hayatta “doğru” diye bir şey yok, “uygun” diye bir şey var. Örneğin kişiye uygun iş var, kişiye uygun arkadaş var. İşe alımda, kötü aday yoktur mesela, uygun aday ya da uygun olmayan aday vardır. Hatta iyi ve kötü insan değil kişiye uygun eş vardır yalnızca. Bir şeyin uygun olup olmadığını bilmek için de elbette önce kendimizle ilgili sahip olmamız gereken temel bilgiler, farkındalıklar var.
Çocuklarımız üniversite ve bölüm tercihlerini nasıl yapsınlar? Doğru tercihi yapmasınlar, kendilerine uygun tercihi yapsınlar. Bunun için ise uygun işleri tanımlamalıyız, ondan önce de çocuklarımızı tanımalıyız, bilmeliyiz. Bu yaşa gelene kadar da kendisi ile ilgili de keşifler yapmasına izin vermeliyiz.
Kızım daha küçücükken eline geçirdiği her tür boya ile resim yapardı. Hala zevkle ve profesyonel denecek seviyede muhteşem resimler yapıyor. Şimdi benzer yaşta olan oğlum için ise, bir kutu boya kalemi ile yapılabilecek en muhteşem şey, onları boşaltmak ve yeniden yerine koymak. Çocuklar mizaçları ile doğuyorlar ve izin verildikleri ölçüde yeteneklerini parlatıyorlar ya da törpülüyorlar. Kendini tanımak çok küçük yaşlardan başlıyor.
Uygunluk konusuna geri dönersek aynı durum romantik ilişkilerde de geçerli. Uygun eşler seçilmediği durumda yaşamın ne hale gelebildiğini hepimiz biliyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı verilere göre geçen yıl, 594 bin 493 evlilik, 126 bin 164 boşanma gerçekleşti. Bu tabiki bir başarısızlık değil, öğrenme yolculuğu. Bana uygun olmayan bir şeyi seçmiştim, bana uygun olmadığını fark ettim, çünkü kendimle ilgili bir farkındalığım var. Şimdi bana uygun olmayan bu şeyden vaz geçiyorum, çünkü şimdi artık bana uygun olan bir şeyi seçip onu yaşayacağım. Bunun özgürlüğü aslında, seçme özgürlüğü.
Meslek değiştirmek de böyle. Bana uygun olmayan bir şeyi seçmişim, yaşarken zorlandım, o “her sabah işe giderken ayaklarım geri geri gidiyor” durumu, şimdi artık bana neyin uygun olacağını keşfetme zamanı ve bunu yaşama zamanı. Bu keşiften önce elbette kendimi tanıma yoluna girmeliyim. Richard N.Bolles/Paraşütün Ne Renk adlı kitap tam da bu noktada ilham kaynağınız olabilir.
Ben ikisini de yaşadım. O ayakların geri geri gitme halini biliyorum, şanslıydım. Ayakların yerden kesilip uçarak işe gitme halini de yaşadım, yine şanslıydım. Her biri yüksek öğrenme içeriyor inanın. İşe dair beni nelerin mutlu/mutsuz ettiğini fark etmek için güzel fırsatlardı. Bazen insanların mutsuzluk kaynaklarını ayırdedemediklerini gözlemliyorum. İş yerindeki mutsuzluk eve yansıyor, eşe, çocuğa, anne ya da babaya. Orada farklı sorunlara yol açıp başka mutsuzluklara neden oluyor ve bu kar topu gibi büyüyor. İşin ilginci bazen iş konusundaki mutsuzluğun nedeni uygun olmayan bir mesleği icra etmek gibi köklü bir neden değil bir çalışma arkadaşı ile anlaşmazlık olabiliyor. Bunun daha küçük bir sorun olduğunu iddia etmiyorum. Çalışma arkadaşı ile yaşanan anlaşmazlıklar da çalışanın yaşamını cehenneme çevirebilir, birden çok örneğini biliyorum. Burada sorunu küçük ya da büyük diye tanımlamak değil mesele, asıl konu sorunun gerçek nedenini bulabilmek. Bazen tek yapılması gereken başka bir takıma geçip takım liderini değiştirmek ya da başka bir departmana geçiş konusunda talepte bulunmak olabilir. Önemli olan fark etmek. Mutsuzum. İşte mutsuzum. İşin hangi bölümünde mutsuzum? Çalışma saatleri mi? Çalışma arkadaşı mı? Amirim mi? Patronum mu? Değiştirebilir miyim? Ne kadarını kabullenmem lazım? Bu kabulle ne kadar süre yaşayabilirim? Yaşayabilir miyim? Yaşayamam gibi geliyor ise artık o şeyi değiştirebiliyor muyum? Değiştirmek için ne kadar enerji harcamalıyım? Karşılığında ne kadar mutlu olacağım?
Elbette zaman içinde, yolda ben de değişeceğim, sonsuza kadar aynı kalmayacağım. Önemli değil. Ben değiştikçe şartları bana uygun bir hale getirebilirim, yeterki fark edeyim.
Kariyer Koçluğu alanında olduğumu öğrenen kişiler tepkisel olarak bana işlerinden söz ediyorlar. Mesleği nasıl seçtiklerinden ya da seçemediklerinden. Mevcut işlerinde mutlu olup olmadıklarını anlatıyorlar. Genellikle de konuşmanın bir yerinde, aslında şu işi yapmak isterdim, çocukken şunu olmayı hayal ediyordum, imkanım olsa şöyle çalışmak isterdim, mevcut işimde potansiyelimi kullanamıyorum gibi serzenişler oluyor. Hemen ardından ise savunmalar geliyor. Ama şartlar böyle, ama şu an mümkün değil, ama bakmakla yükümlü olduğum kişiler, ama kıdemimi yakmak istemiyorum, ama… Aslında bu açıklamaları ben istemiyorum, kişi yine de anlatıyor, benden ziyade kendini iknaya çalışıyor, başarıyor da.
Aslında biliyoruz ki bu amalar hemen her çalışan için geçerli. Mevcut duruma devam etmek için herkesin elbette gerçek sebepleri var. Amalar yok değil, gerçekler ve orada duruyorlar. Nasıl olur ya da olmazı, mevcut kaynakları, ihtiyaç duyduklarımızı, neleri parlatacağımızı, nelerden vazgeçebileceğimizi, bu uğurda neleri feda edebileceğimizi konuşabiliriz, bunları masaya yatırabiliriz. Bunları önceliklendirebiliriz, takvimlendirebiliriz. Bu işin matematik kısmı. Fakat bu kısıma gelemememizin sebebi o en baştaki amalar. Amalar hayal bile kurdurmuyorlar çünkü. Amalara rağmen hayal etmek gerekiyor. Amalarla birlikte yola çıkmak gerekiyor. Amalar olsa da umut hep var demek gerekiyor.
2018, amalarla beraber yola çıkabildiğimiz bir yıl olsun…